Tarihi Eser
İzmit, körfezin güneydoğusunda Başiskele mevkisinde Megaralılar tarafından kurulan (MÖ 712) Astakos şehrinin Bitinyalılar tarafından harap edilmesi üzerine Bitinya Kralı I. Nikomed tarafından bugünkü şehrin doğu kesiminde milâttan önce 262’de Nikomedia adıyla kuruldu ve Bitinya Krallığı’nın başşehri oldu. İzmit’in ilk sakinleri olan Astakoslularla Bitinyalılar zamanında şehir batıya doğru genişledi ve etrafı surlarla çevrildi. Nihayet III. Nikomed zamanında (MÖ 75) Bitinya Krallığı imtiyazlı bir eyalet olarak Roma İmparatorluğu’na bağlanınca İzmit bu eyaletin merkezi hâline geldi.
MS 111 yılında Bitinya Valisi Plinius, İmparator Traian’a yazdığı bir mektupta Nicomedia’da yeni bulunan su kaynağını şehre getirmek için şehirde yarım bırakılmış bir su kemerinin taş ve tuğlalarından yeni bir kemer inşa ettirmeyi planladığını söylemiştir. Planlanan bu kemer bugün Kocaeli’nin kuzeydoğusundaki Paşasuyu’ndan kente inşa edilmiş kemerler olmalıdır. Nicomedia, Roma İmparatorluğu ile Pontus Krallığı arasında çıkan çatışmalarda ve depremlerde çok defa zarar gördü, zaman zaman yeniden inşa edildi. 256’da Gotlar tarafından yağmalandı. İmparator Diocletianus (MS 284-305) İzmit’i Roma İmparatorluğu’nun doğu topraklarının başkenti yaptı. Diocletianus imparatorluğu sürecinde çoğunlukla Nikomedia’da kaldı, şehri muhteşem abidelerle süsledi. Bunlar arasında bir saray, sirk, darphane ve silah imalathanesi, küçük bir hipodrom ile yine karısı ve kızları için yaptırdığı yazlık saray yer almaktaydı. İzmit bu dönemde Roma İmparatorluğu’nun, Roma, Antakya ve İskenderiye’den sonra dördüncü büyük şehri hâline geldi, önemli deniz ve kara yollarının bağlandığı bir merkez oldu.
Diocletianus şehrin savunması için şehri surlarla çevirdi. Akropolis surları sarp yamaçlar ve kıyı hattını gözetecek şekilde yapıldı. Tamamen harap olmuş olan Antonin hamamlarını tamir ettirdi. Diocletianus döneminde Nikomedia, bir Roma başkentine yakışır şekilde, kıyıdan kentin üst tepelerine kadar uzanan, kütlesel ve uzun surlarla çevrildi. 6 km uzunluğundaki bu surlar sayesinde şehre hâkim tepeler ile kuzeyden geliş kontrol edilmekte, ayrıca su kaynakları da korunmakta idi. İstanbul’un Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olmasından sonra artık sadece bir taşra kenti olan ve saldırı tehlikesi bulunmayan şehrin surları 24 Ağustos 358’deki büyük deprem, ardından 5 gün devam eden yangında ve 1378’de Gotlar’ın saldırısı sırasında büyük ölçüde yıkıldı. 740 yılındaki büyük deprem ve 747 yılında bölgeyi kasıp kavuran veba salgını neticesinde Nicomedia halkı sahildeki yerleşimlerini terk edip akropolis bölgesine yerleşti. 845 tarihinde bölgeye gelen Arap coğrafyacı İbn Hurdazbih, Konstantinopolis yolu üzerinde bir durak olarak bahsettiği Nikomedia’yı yıkıntı bir kent olarak tasvir etmektedir.
Komnenos Hanedanı döneminde Nikomedia, Bizans için, Konstantinopolis’in Anadolu’ya açılan kapısı ve Selçuklulara karşı askeri bir üs konumundaydı. Şehrin akropolü Komnenoslar tarafından bir hayli tahkim edilmiştir. Dikdörtgen şeklindeki akropol 300 m uzunluk ve 150 m genişliğe sahipti.
1147 tarihindeki II. Haçlı Seferi esnasında İznik’e gelmiş olan Deuilli Odo, şehrin harap durumda olduğunu, tepede iyi korunan bir kalenin bulunduğunu belirtir. 1204’te IV. Haçlı seferi esnasında Latinler surları harap bir hâlde buldular ve kısmen tamir ettiler. Laskaris (1207-1211) döneminde surların bazı kısımlarının tamir edildiği ve kulelere dış duvarlar eklendiği; şehrin 1228’de yeniden Bizans hâkimiyetine geçmesinin ardından da Manuel Komnenos döneminde surların yeni eklemeler yapılarak onarıldığı tahmin edilmektedir.
1071’den sonra Türklerin ve daha sonraki yüzyılda Osmanlıların ortaya çıkışıyla birlikte Bizans’ın bir sınır şehri konumuna gelen İzmit’in savunmasına tekrar önem verilmiştir. Nitekim İmparator Kantakuzen 1331’de İzmit’i ziyaret ettiğinde şehrin surları güçlendirilmişti. 1337 yılına kadar Bizans hâkimiyetinde kalan şehir bu tarihte Osmanlı idaresine katıldı. Evliya Çelebi Orhan Gazi’nin İzmit’i ele geçirdikten sonra, tekrar Bizanslıların eline geçme ihtimaline karşı surları yıktırdığını söyler. Fakat 1399’da Mareşal Boucicaut İzmit’e saldırdığında surlar hâlen güçlü durumdaydı. Osmanlı döneminde bir düşman tehdidine maruz kalmadığı için surların kullanımına gerek kalmamıştı. Bununla birlikte 16. yüzyıl ortalarında surlar yine de ayakta idi. Bundan bir yüzyıl sonra terk edildiği tahmin edilmektedir.
İzmit, II. Bayezid devrinde meydana gelen 1509 depreminde büyük zarar gördü, şehrin surları kısmen yıkıldığı gibi bazı camilerle medrese ve birçok ev harap oldu. Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi’ne (940/1534) katılan Matrakçı Nasuh’un minyatüründe İzmit’in surları ve bunlar arasındaki kuleler açıkça görülmektedir. Buna göre kuzey ve batı taraftaki sur duvarları ve kuleler sağlam ve kesintisiz bir şekilde mevcut olup doğu ve deniz tarafında birbiri ile bağlantısı kalmamış üç ayrı sur ve kule vardır.
1547’de İzmit’e gelen Chesneau, harabelerden şehrin vaktiyle muhteşem bir yer olduğunun anlaşıldığını belirtmektedir. 1548’de İzmit’i ziyaret eden Pierre Belon’un anlatımına göre İzmit’te sur kuleleri çok büyüktür, surlar limanın alt kısmından başlayıp tepenin ucuna varıyordu. Kent tamamıyla harap olmasına rağmen burçlar ve körfezin ucundaki en yüksek noktaya kurulmuş olan kule tamamen ayaktaydı. Kulenin içinden geçen surlar dolana dolana uzanıyordu, surlardaki kuleler arasındaki mesafe 18 kademden fazla değildi. Surların üzerindeki kuleler pişmiş tuğlalarla örülmüş ve çok sağlam harç kullanılmıştı. Kale konumu itibarıyla dağın tepesine, çok güzel bir yere oturtulmuştu. Süleymaniye Camii’nin inşası esnasında, İzmit’te kalıntıları bulunan veya toprak altında kalmış olan mermerler çıkarılarak inşaatın temelinde kullanılmak üzere İstanbul’a gönderildi. Bu sıralarda İzmit’ten geçen seyyah Dernschwam da bu hususu ayrıntılı bir şekilde anlatır. 1555’te şehre gelen Dernschwam, İzmit’in çok güzel bir Bizans şehri olduğunu belirterek deniz kenarına yakın uzun bir yamaç üzerinde kurulduğunu, şehrin etrafındaki surların yıkılmış bir vaziyette bulunduğunu, uzaktan bakıldığında doğal bir kaya izlenimi veren kalıntıların taş ve tuğladan örülmüş duvarlar olduğunu, duvarların temelleri kazıldığında güzel, büyük ve sanatkarâne yapılmış mermer taşların çıktığını ve bunların Süleymaniye Camii’nde kullanılmak üzere İstanbul’a götürüldüğünü belirtir.
Dernschwam ayrıca tepede bir saray bulunduğunu ve buradaki sur ve kulelerin ayakta olduğunu, etrafında orta boylu Türk evleri ve bir de cami bulunduğunu, sarayın alt kısmında dağın eteğinde surların yıkılmasından sonra ortaya çıkan bir kapı olduğunu, kapının içinde küçük hücreler ve sağlam kemerli bölmeler bulunduğunu buranın hapishane olarak kullanılmış olabileceğini belirtir.
Aynı yıl içinde İzmit’ten geçen Busbecq de şehrin eski dönemlere ait kalıntılarından bahsetmiştir. Lubenau 1573’te geldiği İzmit’te eski surların hâlâ görülebildiğini, şehrin en yüksek tepelerinde kalenin bulunduğunu söyler. 1585’te İzmit’i gezen Âşık Mehmed ise İznikmid’in mamur bir şehir olduğunu fakat suru bulunmadığını belirtir.
Tavernier, 1632’de gördüğü şehirde IV. Murad’ın Bağdat seferi sırasında İzmit’te inşa ettirdiği saraydan bahseder. Evliya Çelebi dünyaya dört tane İskender geldiğini, İzmit’te vücuda gelen İskender’in (muhtemelen Diocletianus) büyük bir padişah olup İzmit’i öyle mamur edip bir metin kale inşa ettiğini ve bu kalenin İstanbul’a manend olduğunu, hâlâ eser-i binaları ve burc u bârûlarının zahir olduğunu belirtir.
Yine Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre Orhan Gazi, İzmit’in fethinde çok zorluk çektiği için fetihten sonra kalesini baştan başa yıktırmıştır. Fakat deniz kenarında dört köşeli, kapılı büyük bir kule ayaktadır. Bir dizdar ile on asker tarafından muhafaza edilen bu kulenin içi gemi aleti için kullanılan kerestelerle doludur. Kâtib Çelebi de İzmit’in deniz yoluyla İstanbul’a 100 mil mesafede mamur ve meşhur bir liman şehri olduğunu, suru bulunmadığını, ayrıca cami ve hanlarının olduğunu belirtmektedir.
1701’de Tökeli İmre’nin misafiri olarak İzmit’e gelen La Motraye, eski surların kalıntısından bu şehrin eski İstanbul’dan daha büyük olduğunun anlaşıldığını söyler. Şehirdeki antik Roma dönemine ait pek çok kalıntının ve hatta üzerinde Latince yazılar bulunan taşların Müslüman ve gayrimüslim evlerinin duvarlarında kullanılmış olmasından yakınır.
1740 yılında şehri ziyaret eden İngiliz Richard Pococke şöyle demektedir: “Tepenin en üst kısmında eşit olarak dizilmiş, yarı dairesel olarak kulelerle desteklenmiş birkaç sur parçasından oluşan bir yapı var, surların alt kısımlarının üçte biri üzeri tuğlalarla kaplanmış kesme taştan, üst kısmı ise tuğladan yapılmıştır. Kostantin dönemi öncesinde yapılmış olmalı. Yamacın aşağısında da güneybatıya doğru uzanan, ayrıca doğu tarafta yine tepenin alt kısımlarında olasılıkla da bir zaman deniz kenarında sonlanan fakat şimdi bir toprak parçasını desteklediğini gördüğüm surlar var.”
1719 İzmit ve civarında meydana gelen büyük zelzelede Yalova’dan Düzce’ye kadar olan bölgede 4000 kişi hayatını kaybetti, şehrin önemli bir bölümü yıkıldı. Gümrükhane’nin deniz suları altında kaldığı bu âfette şehrin büyük camilerinden Mehmed Bey Camii ve müştemilatı tamamen, Pertev Paşa Camii ve Külliyesi kısmen zarar gördü. Daha sonra şehrin yeniden imarına çalışıldı ve bu arada İzmit Sarayı’nın tamiri için emir gönderildi. Ancak 1754 ve 1766 depremleri yine şehrin cami vb. önemli binalarına ve tersaneye büyük zarar verdi. Nitekim Hammer ve Adrien Dupré gibi gözlemciler de İzmit’in tepesinde harap olmuş bir kalenin bulunduğunu söylerler.
19. yüzyılın ortalarında İzmit’e gelmiş olan, C. Texier ise İzmit Kalesi ve surları ile ilgili gözlemlerini şöyle anlatır: “Şehrin en yüksek kısmında, eski şehre ait olduğu izlenimi veren, yer yer kuleleri olan bir sıra duvar vardır. Bunlar, şehrin son derece rahat bir ortama kavuşmasıyla Bitinya şehrinin kalesi olarak hizmet görmüştür. Bu duvarların büyük bir parçası, yer seviyesinden iki metre yüksektedir. Yarım daire şeklindeki kuleler küçük parça taşlarla yapılmış olmasına rağmen Roma tarzındadır. Fakat temelden sonra gelen aşağı kısmı, ilk binalardan kalma çok büyük kalker taşlarındandır. Asıl tepenin batı tarafından inilirken duvarlar, bahçelerin ve ev kümelerinin arasında kaybolur. Bununla beraber, bir mesafeden diğerine büyük taşlardan yapılmış ve zamanında hiç şüphesiz üzerinde evler yükselmiş olan güzel bir hat oluşturan asıl duvarları görülür. Zamanında deniz kenarında olan son duvar, batıdaki tepenin eteğindedir. Bu duvar, tuğladan yapılmış ve her üç metrede bir büyük taşlardan dayanak noktalarına bağlanmıştır. Bunların arasında, denizde sona eren lağımlar vardır.”
Günümüze kalan kalıntılardan da anlaşılacağı üzere Nikomedia iç kalesi kuzeydeki dağlık sahanın sahile en fazla yaklaştığı mevkide, savunmayı kolaylaştıracak şekilde, dik yamaçlar üzerinde (Orhan tepesi, yüksekliği: 165 m) kurulmuş ve eski şehir bunun etrafında, yamaçların nispeten az eğimli yerlerinde, taraçavari düzlüklerinde ve nihayet dar yalı şeridi üzerinde yayılmıştır. İzmit’in savunma sistemi dış surlar ile şehrin en yüksek yerinde bulunan bir hisardan (İç Kale) ibaretti. Dış surlar geniş bir sahayı çevrelemekte ve birçok kısmı Roma çağına ait olan 6 km uzunluğunda bir duvardan oluşmaktaydı. İç Kale ise Bizans dönemine ait olup, bugün Orhan Camii’nin bulunduğu Orhan Mahallesi’nde yer almaktadır. Bu bölgenin antik Nikomedia’nın akropolü olduğu tahmin edilmektedir.
Dış surlar doğuda Baç Camii’nin bulunduğu mevkiden başlayıp kuzeyde Terzibayırı sırtlarında büyük bir kuleye ulaşır. Bu büyük kuleden sonra batıya dönen surlar üzerinde kule yerlerini izlemek mümkündür. Batıya doğru uzanan surlar bugün mezarlığın bulunduğu Bağçeşme mevkisine gelir, buradan iç kaleye paralel olarak Turgut Mahallesi’ne doğru batıya devam eder. Buradan sonra güney-batıya doğru uzanarak Kâğıt Fabrikası avlusuna dahil olarak sahile ulaşır. Bu kısmın inşasında antik döneme ait sunak ve mezar taşları da kullanılmıştır. Fabrika avlusunda surlara ait çeşitli kalıntılar günümüzde de mevcuttur. Fabrika bölgesinde sahile inen surlar buradan bugünkü E-5 yoluna paralel olarak doğuya uzanır. Gerek iç gerekse dış surlarda Roma ve Helenistik çağ parçalarına rastlamak mümkündür.
Şehrin kurucusu I. Nicomedes tarafından yapıldığı tahmin edilen Helenistik dönem surları ince işçilikli yontma kireç taşından yapılmıştır. Diocletianus dönemi surları kıyıdan şehrin tepelerine doğru geniş bir çember çizer. Bu surların üst kısımlarla kale seviyesi ve yukarısı ayakta kalmış, diğer kısımları gelişen şehrin yayılımı altında kaybolmuştur. En yoğun kalıntılar kalenin kuzeydoğusundaki tepede bulunur. Günümüzde şehitler korusu olan bu bölgede toprağa gömülmüş kalıntılarla birlikte hâlen ayakta olan 10 metreden yüksek bir kule (Bayraktar burcu) bulunur. Hem yuvarlak hem de kare biçimde olan diğer kuleler iyi korunmamıştır.
Surlar dört sıra halinde örülmüş geniş tuğla ve kaba yöre taşından yapılmış ve beyaz harç kullanılmıştır. Surların yüzeyinde kaba hizalanmış daha küçük çevre taşları düz tarafları dışa gelecek şekilde örülmüştür. Sur üzerindeki yürüyüş yolları ve mazgallardan iz kalmadığı için surların yüksekliği tam bilinmemektedir. Bununla beraber surların kalınlığı 3 metredir.
Surların ayakta kalan ikinci bölümü kalenin batısındaki sırt boyunca Turgut Mahallesi’ndedir. Aynı duvar işçiliği burada da devam eder. Bugün yok olmuş bir başka bölüm ise St. Pantelemon Manastırı üzerinde yükselmekteydi ve aynı taş işçiliği burada da görülmekteydi. Batı duvarının aşağı sahile uzanan izleri Seka Kâğıt Fabrikası’nda yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Tüm bu kalıntılardan, İzmit surlarının aralıkları belirsiz kuleler ile uzandığını tahmin ediyoruz.
KAYNAKÇA
Ahmet Güneş, “16. ve 17. Yüzyıllarda İznikmid Şehri”, Uluslararası Gazi Akça Koca ve Kocaeli Tarihi Sempozyumu Bildirileri, Cilt I, Kocaeli 2015, s. 419-445.; Aubry De La Motraye, La Motraye Seyahatnamesi, çev. Nedim Demirbaş, İstikbal Kitabevi Yayınları, İstanbul 2007. Bilge Bahar, İzmit Körfezi Bizans Dönemi Savunma Yapıları Bağlamında Gebze, Eskihisar Kalesi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2013.Charles Texier, Küçük Asya, Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi, I. Cilt, çev. Ali Suat, Enformasyon ve Dökümantasyon Hizmetleri Vakfı, Ankara 2002.Clive Foss, Anadolu’daki Ortaçağ Kalelerinin İncelenmesi II, Nikomedia, çev. F. Yavuz Ulugün, İzmit Rotary Kulübü Kültür Yayınları, Kocaeli 2002. Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî, Evliya Çelebi Seyahatnamesi,2. Kitap, haz. Zekeriya Kurşun, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı, YKY, İstanbul 2006, s. 38-39.F. Yavuz Ulugün, Bizans, Selçuklu & Haçlılar Dönemi Bithynia, Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği Tarih Yayınları, İzmit 2010.F. Yavuz Ulugün, Seyahatnamelerde Kocaeli ve Çevresi, İzmit Rotary Kulübü Kültür Yayınları, İzmit 2008.Hans Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, çev. Yaşar Önen, Kültür Bakanlığı Yayınları, Mersin 1992, s. 210-212). İdris Bostan, “İzmit”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 23, s. 536-541. Kamil Doğancı, “Antik KAYNAKLAR Işığında Eskiçağda Nikomedia (İzmit) Ve Civarını Etkileyen Depremler”, Uluslararası Kara Mürsel Alp ve Kocaeli Tarihi Sempozyumu, Cilt I, Kocaeli 2016, s. 119-130.Mahmut Ak, Menâzırü’l-Avâlim (Metin), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 1997. Mustafa Daş, “Bizans Döneminde Kocaeli”, Uluslararası Kara Mürsel Alp ve Kocaeli Tarihi Sempozyumu, Cilt I, Kocaeli 2016, s. 99-104.
Ersin KIRCA