HALK EDEBİYATI

Madde no:579

Kocaeli’de Halk Kültürü

Anadolu kültürünün bir parçası olarak Kocaeli ve çevresinde halk kültürü ve edebiyatı çeşitlilik göstermektedir. Balkanlardan ve Kafkaslardan da örnekler barındıran Kocaeli halk kültürü, efsaneler, maniler, türküler, ağıtlar, ninniler, atasözleri ve bilmeceler etrafında şekillenmiştir. Bu kültür unsurlarından bazı seçmeleri şu şekilde verebiliriz:

1-Efsaneler

İzmit Efsanesi

Mehmet Önder, Şehirden Şehire Anadolu isimli eserinde İzmit’in fethi ile ilgili şu efsaneye yer verir: “Bursa’nın fethinden sonra Osmanlı Sultanı Orhan Gazi’nin gözleri İznik’le İzmit’e çevrilmişti. İznik o devirde bir zanaat şehri, İzmit de bir ticaret limanıydı. Bu şehirler alınırsa Bizans’ın Marmara bölgesinde iki önemli desteği koparılmış olacaktı. Çok geçmeden İznik alındı. İzmit’in fethi de Emir Akçakoca’ya verildi. O, bu bölgeyi çok iyi biliyor, tecrübesi ve cesareti ile yiğitlere güç katıyordu. Derken, İzmit Kalesi kuşatıldı. Akçakoca, ömründe böyle çetin kale görmemişti. Aylar geçtiği, ağır kayıplar verildiği halde kale düşmüyordu. Üzüntüsünden hastalandı. Sonunda silah arkadaşlarına vasiyeti şu oldu:

-İzmit bana nasip olmadı; Tanrı sizlere nasip eylesin. İzmit’i fethetmezseniz hakkımı helâl edemem.

Akçakoca’nın ölümünden sonra Orhan Gazi, İzmit fethini kendi üzerine aldı. Kumandanlarından Aygutalp’ı da bu civardaki Koyunhisar’ın zaptına gönderdi. İzmit Kalesi’nin tekfuru, aynı zamanda bir Bizans prensi olan Kalo Yuannis, İzmit’te kız kardeşi Prenses Marika’yı bırakarak, Koyunhisar Kalesi’nin yardımına koşmuştu. Orhan Gazi, İzmit’i kuşattığı zaman, kaleyi bir kadının savunduğunu işitince üzüldü:

-Biz hatun kişiyle savaşamayız. Bu, mertliğimize yakışmaz. Biz karşımızda şanımıza lâyık er kişi isteriz. Söyleyin bu kadına, bizi üzmesin, teslim olsun. Kılına bile dokunmayız. Biz kale halkına kan değil, adalet getiriyoruz. İsteyen şehirde kalır, isteyen malını mülkünü toplar, taşraya çıkar.

Kadın teslim olmak şöyle dursun, üstelik meydan okuyor, Osmanlıları ok yağmuruna tutuyordu. Orhan Gazi kararsız, kadına silah çekmeyi gururuna yediremiyordu. Karşısındaki erkek olsaydı İzmit’in fethi içten bile değildi. Tekrar elçi gönderdi. Prenses Marika ve kardeşi Prens Kalo, Yuannis’e güveniyor, teslim olmuyordu. Orhan Gazi, çaresizlik içerisinde kıvranırken bir atlının toz duman içinde kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Süvari, genç sultana yaklaşır yaklaşmaz atından indi, kucağındaki bohçayı önüne bıraktı.

-Nereden geliyorsun? Ne var bu bohçanın içinde?

-Koyunhisar’dan geliyorum sultanım. Aygutalp gönderdi beni. Bohçanın içerisinde de Koyunhisar tekfurunun başı var.

Mesele anlaşıldı. Koyunhisar Kalesi savaşta fethedilmişti. Aygutalp, bir türlü teslim olmayan inatçı Prens Yuannis’in başını Orhan Gazi’ye gönderiyordu. Orhan Gazi derin bir nefes aldı. Prenses Marika’nın umutlarını kırmak lâzımdı. Emir verdi:

-Tiz bu başı İzmit’in kapısı önünde bir sırığa dikin. Kaleye haber salın Marika fazla ümitlenmesin. Şartlarımızda değişiklik yok. Asla kan dökmeyeceğiz.

Kesik başı kale kapısının önüne diktiler. Aradan iki saat ya geçti, ya geçmedi. Kaleden haber geldi:

-Prenses Marika teslim oluyor, yalnız bir şartla: Bir gemiyle Bizans’a gitmesine müsaade ediniz.

Şartlar kabul edildi. İsteyen İzmit’te kalacak, isteyen Bizans’a gidecek, herkes dilediği gibi yaşayacak, mal mülk emniyeti olacak...

Yıl 1328. İzmit, artık Osmanlının elindedir. Kocaeli ilimiz merkezi İzmit’le birlikte Gebze,

Gölcük, Kandıra, Karamürsel, Kaynarca gibi ilçeleriyle omuz omuza müşterek bir tarihin kaderini yaşadılar. Güzel günler gördüler.”

İzmit kalesi’nin Fethi

Tarihçi Hoca Sadettin Efendi’nin XVI. yüzyılda yazdığı Tacü’t-Tevarih isimli eserinde İzmit Kalesi’nin fethi şu şekilde anlatılır: “İznikmid (İzmit) şehri eski çağlardan beri bakımlı ve gayet büyük bir şehir olup, Makedon adıyla da tanınmaktadır. Makedonyalı İskender’in babası Filikos’un tahtkenti ve İskender’in doğum yeri olduğu için, İskender-i Makedonî şehri diye de bilenen güzel bir belde olup, havası çok iyi, çevresi de pek sevimlidir. Bunun ortasında büyük bir kuyu vardır. Anlatılmaya kalkışılsa yine bir destan olacak kadar renkli, ağaç denizi denilen ormanı ise, şehrin hemen yanı başında bulunmaktadır. Burasını bahr-i Firenk ve Rum’a bağlayan körfeze Dil adı verilir ki, güzel eserlerle süslü İzmit Kalesi, onun kenarındadır. Bu şehir en sonunda, miras yoluyla Kayserlerin torunlarından Belakonya adındaki bir prensese geçmiş ve onun yönetiminde kalmıştı. Akça Koca, ülkeler açan padişahın buyruğu ile ve kılıç zoruyla bu ilin kalelerini bir bir ele geçirince, gazilerin himmeti bereketi İslâm topluluğunun gücü, kudreti söz konusu bölgede iyice duyulmuş, İslâm askerlerinin yürüdükleri haberi, her gün birbiri ardına kökleri kuruyasıca kâfirlerin kulaklarını doldurmuş bulunuyordu. Bu yüzden İstanbul tekürü sözü edilen hisarı bir güzelce berkitmiş, top gibi, tüfek gibi daha nice savaş araçlarını, silâhları buraya yığmış, imdad gönderme yolunda beklenen bütün gayreti göstermişti. İzmit Kalesi, özünden sağlam yapılı ve dayanıklı bir kale olduğu gibi, kaleyi savunmak için dilediğin kadar askeri hem karadan, hem de denizden çekmek imkânı ortada bulunduğundan burayı ele geçirmek, zamanın ileri gelenleri gözünde zor sayılmaktaydı. Bütün bunlarla beraber şehri almak niyetiyle yüce gayret sahibi padişahın, kendisini zafere iletecek hazırlıkları yapmakta olduğu bir sırada Akça Koca öldü. Onun cenazesinin, dilek sahiplerinin hâlâ başvurdukları, halden anlayanların ziyaretinde kusur etmedikleri Kandıra’daki türbesine gömüldüğü haberi, keremli padişahın katına ulaştırıldı. Bu arada, Tanrının rahmetine ulaşan bu kutlu kişinin, açılışı zor olan söz konusu kalenin ele geçirilmesi için vasiyette bulunduğu sözü de, kudret sahibi padişaha duyurulmuştu. Bu vasiyet de yola çıkmak ve işi sıkıca tutmak için bir gerek oldu. Kocaeli sancağının yönetimi Gazi Süleyman Paşa’ya verildi. Öte yandan Konarpa (Konrapa) ilinin fâtihi ve bu ile kendi adını veren Konur Alp’ın, Tanrının rahmet diyarına yönelmiş olduğu haberi de devlet merkezine gelmiş bulunuyordu. Bu haber alınınca, sadece bu yöredeki bahadırların gayretiyle İzmit’in ele geçirilmesi ihtimali olmayacağı, başarılı padişahın katında iyice anlaşılmış ve kendisinin bu seferi yürütmesi gereği belli olmuştu. Padişah, Sultanönü (Üyüğü) ile aynı serhadde bulunan Konrapa ilinin gözetimini, oğlu Gazi Murad Han’a ısmarladıktan sonra, mecit Tanrının başarı destekleri ve uğurlu bahtının rehberliğiyle 728 (M. 1327/28) yılında İzmit üzerine doğruldu. Sakarya Köprüsü çökmüş ve tamire muhtaç olduğundan, burada bir süre bekledi. 100 evden fazla bir obayı köprü çevresine yerleştirerek, köprünün bakımı ve korunması karşılığı her türlü vergiden onları beri kıldı.

Güçlü ordusuyla genç padişah, köprüyü geçtiği sırada, Abdurrahman Gazi’yi, daha önce Samandıra tekürünün fidyesi bahanesiyle İzmit’e girmiş, kaleyi incelemiş, savaş yerlerini görmüş ve çevreyi tanımış olduğundan, orduya rehber ve öncü tayin etmişti. Böylece İzmit bölgesi İslam ordusunun sancakları için durak oldu. Kuşatma için gerekli donanmanın sağlanmasına çalışıldığı gibi, düşmana gelecek yardım yolları da tamamen kesildi. İzmit yöresinde, halâ Koyunhisarı adıyle anılan kalede ise, Belakonya’nın Kalayun adındaki kardeşi yerleşmiş bulunuyor ve eli altındaki kuvvetli ordu ile bu yörede İslam askerinin yönetiminde olan köylere saldırıyor, çevrede dolaşan Türk sipahileriyle çarpışmaya kalkışıyordu. Bunun zararını ortadan kaldırmak ve tehlikeli olmasını önlemek için, ilk iş olarak, bir kısım birliklerle Kara Ali ile Aygut Alp onun üzerine gönderildiler. Kalayun kendine güvenle karşı çıkmaya, direnmeye kalkışmıştı. Savaşın başında, ciğeri delen, can alıcı bir ok, ansızın bu dinsiz lanetlenesicenin kindar göğsüne saplandı ve temreni, edebsizin tam can yerine ulaşarak onun kale burcundan düşmesine sebep oldu. Kaledekiler, gökten inen bu kazadan, beklenmedik okun ettiği işten şaşkına döndüler ve can korkusuyla aman dilediler. Böylece sözü edilen hisar, sayısız ganimet ve mallarla birlikte gazilerin eline düşmüş oldu. Kalayun’un başını pis bedeninden ayırıp padişahın katına götürdüler. Cihan padişahı bu kelleyi bir mızrak ucuna taktırarak İzmit önüne dikti. Kız kardeşi durumu haber alınca, yanık ahlarla cihan kal’asının kubbesini tutuşturdu ve o kırgınlık, o çaresizlik içinde İzmit Kalesi’ni teslim etmek zorunda kaldı. Çeşitli hediye ve armağanlarla vezirini devletli padişahın yanına göndererek, yalvarıp yakarmalar arasında, mal ve can güvenliğiyle gemilere gönderilmelerinin sağlanmasını diledi.

Beyt:

Bir zaman olur düşerse aczile düşman kapına

Başka gelecekler için onları zinhâr korkutma

Denildiği gibi istekleri, padişah katında kabul gördü ve yenilmiş, ezilmiş bu topluluk gemilere doluşarak, İstanbul yoluna dökülüp gitti.

Ülkeler açan padişah, kudret sahibi Tanrının desteği ile bu güzel hisarı rahatlık ve kolaylık içinde ele geçirince, buraya pek yakın bulunan Aydos Kalesine artık gerek kalmadığından onu yıktırmış, oradaki bekçileri de İzmit’e getirterek, bu kalenin korunmasında görevli kılmıştı. Kaledeki kilise ve manastırlar hayırlı dualarda bulunanlar, dindarlar için mescit ve medreseler haline kondu. Bu kiliselerden birinde öğrenciler için hücreler yaptırıldı. Burada görev alanların ücretlerini, ihtiyaçlarını karşılamak üzere köyler ayrıldı. Bu medrese, şimdiye kadar kurulan medreselerin en güzeli olacak biçimde düzenlendi. Bu tarihlerde İzmit ve çevresinin diğer bölgelere daha zengin ve bakımlı oluşunun bir sebebi şudur: Osmanoğulları kendilerini göstermeye başladıkları zaman, mal ve mülk sahibi kâfirlerin bir kısmı asıl yurtlarını bırakıp, bu yöreyi daha güvenli, korunması öngörülen bir bölge olarak tanımışlar ve buraya göç etmişlerdi. Aynı zamanda burası, dara gelindiği vakit, deniz yoluyla kaçma kolaylığına da sahip bulunuyordu. Böylece birbirini destekleyerek burada yurt tutmuşlardı. Bir başka sebep de, Belakonya’ya ait olduğu Belako adıyla tanınan yörede birçok imkânların varlığıdır. Sıcak kaynak suları, bütün uyuz ve benzeri deri hastalıkları ile sinir ve bünye marazlarına iyi gelmekte olduğu tecrübelerle bellendiğinden, çevreden gelen halkla dolup taşmakta ve tutulmaktadır.”

İzmit’te Bir ilıca Efsanesi

Hoca Sadettin Efendi’nin Tacü’t-Tevarih’inde anlatılan bir diğer efsane ise, İzmit’in bakımlı ve zengin olmasının nedenlerinden biri sıralanırken, bu çevrede bulunan bir ılıcanın ortaya çıkışının anlatılmasıdır. Rivayet şöyledir: “Geçmiş yıllarda İstanbul tekürünün güzelliğinin eşsizliği, alımının üstünlüğüyle öğülmüş, gönül alıcı bir kızı vardı. Fakat zamanla bir gün, gönül dinlendirici güzel, sözü işitenlerden uzak olsun, cüzzam illetine tutuldu. Vaktin hekimleri, ne deva ettilerse çare bulunmadı. Bunun üzerine kızcağız, kimsenin gelmeyeceği tenha bir yere çekilmek istediğini babasına söyledi. Hekimlerin de görüşleri alınarak, hava değişikliğine elverişli, gönül çekici bir yer araştırıldı. Deniz kıyısında, bu ılıcanın yapıldığı yer uygun görülerek orada şen, güzel, büyük bir saray kuruldu. Hasta kızcağız buraya yerleşti, babasıyla anası da gemiyle zaman zaman gelip, onu yoklamakta idiler. Vakit böylece geçerken, günlerden bir gün, sözü edilen prenses kederler içinde, bahçeye bakarken, uyuz ve kaşıntıdan halsiz kalmış bir domuz gördü. Hayvan o hale gelmişti ki, adının tersi gibi zırnıktan çıkmış, çıplak ışıklar misali vücudunda değil kıl, iz bile kalmamıştı. Domuz o gün, akan sıcak suya daldı, bir süre çamurda yuvarlanıp yuvasına gitti. Sonra hayvanın her gün bu işi yaptığı anlaşıldı ve kırk gün tamam olunca hastalıktan kurtulduğu görüldü. Bunu izleyen prenses, suyun taşıdığı hâsiyeti anladı ve aynı şekilde kırk gün, kendi kendini tedavi ederek, ulu Tanrının izniyle sağlığını kazandı. Tekür, bu gelişmeden haberdar olunca, söz konusu alanın onarılmasını buyurarak, bazı kişileri de buraya yerleştirip görevlendirdi. O günden beri bu yöre, bakımlı olarak kalmış bulunmaktadır.

Şimdi bu ılıca, çevresiyle birlikte Osmanoğulları ülkesine katılınca tımar haline kondu. Deniz boyu ise, Akça Koca’nın yetiştirdiği yiğitlerden Kara Mürsel’e verildi ve düşmanın gemilerle denizden saldırılarına karşı korucu tayin edildi. Bu yüzdendir ki çevredeki köyler, Kara Mürsellü diye, bu gazinin adıyla anılmaktadırlar.”

2-Mâniler

Fasulye fasıl olur

Ye de bak nasıl olur.

Ver anne sevdiğime

Bak nasıl geçim olur.

***

Dere baştan bulanır.

Yar nerede dolanır.

Al başımdan sevdayı

Buna can mı dayanır.

***

Yaslan kardeşim yaslan

Olduğun yerde paslan

Dışarıda of çekiyor

Senin gibi bir aslan. (K1)

 

Ey anneler anneler B

aşın tartıp bağlarlar

Oğlu askere gidince

Koşa koşa ağlarlar.

 

Kara kara kazanlar

Kara yazı yazanlar

Cennet yüzü görmesin

Aramızı bozanlar.

 

Sıra sıra söğütler

Sıralanmış yiğitler

Ben askere gidiyom

Kayırmasın büyükler. (K2)

3-Türküler

Üç Güzel Oturmuş (Kandıra Türküsü):

Üç güzel oturmuş gergefin işler,

Gergefin üstüne dökülür yaşlar.

Herkes sevdiğine çevre bağışlar.

 

Kalmadı sabr u kararım her gün ağlarım,

Ağlarım da ay efendim, bir bir söylerim.

 

Üç güzel oturmuş çevresin işler,

Çevrenin üstüne dökülür yaşlar.

Herkes sevdiğine çevre bağışlar.

 

Kalmadı sabr u kararım her gün ağlarım,

Ağlarım da ay efendim, bir bir söylerim.

Fahri KARAOĞLAN

 

Elmayı Top Top Yapalım (İzmit Türküsü):

Elmayı top tap yapalım

Kızlara bahşiş atalım

Kadife de ceketini dar yapalım

Ne güzel yakışır ince bele

 

Eğlenelim tâze ilen

Altında yelpaze ilen

Ölçelim de o güzelin ince belin

Bir gümüş endâze ilen

Münire TARABUŞ

Üzüm Türküsü (Kocaeli Türküsü):

Hoş geldiniz üzüm bayramımıza

Ün olun bu güzel seyranımıza,

Bugün can katalım canlarımıza

Kocaeli’deki tatlı membadan

 

Özgürlük içinde her gün gülelim,

Yurdun her yerini görüp bilelim,

Her güzel parçadan neşe alalım

Denizden, havadan, meyveden bağdan.

 

Tavşancıl anılsın bugün dillerde

Çavuşu yetişmez başka ellerde

Bir ece gerekli ise hep güzellerde

Tavşancıl çavuşu buna haklıdır.

 

Söyleyin bu üzüm başka nerde var,

Danesi bir inci, salkımı bahar,

Bunun değerini yiyenler anlar İçinde sağlığın özü saklıdır.

Değirmendere’nin siyahi şanlı

Geyve’den müşküle adıyla ünlü,

İki nur çehreli bir siyah benli

Bunlar vilayetin üç güzelidir.

 

Eşsizdir Körfez’in güzel baharı,

Kocaeli yurdun meyve diyarı,

Zinde bir genç yapar en ihtiyarı

Bu güzel üzümden bol yemelidir.

Yunus Nüzhet UNAT

Heyamol (Hereke Türküsü):

-Kına sonrası genç kızların damadın evine giderken söyledikleri türkü-

Heyamoldan başlayalım, heyamol heyamol.

Oğlan evini taşlayalım, heyamol heyamol.

Heyamola diyecek sesiniz mi yok, heyamol heyamol.

Başınıza giyecek fesiniz mi yok, heyamol heyamol.

 

Bizim bağlar belleniyor, heyamol, heyamol. Ayşe ile Ahmet evleniyor, heyamol,heyamol.

Heyamola diyecek sesiniz mi yok, heyamol heyamol. Başınıza giyecek fesiniz mi yok, heyamol, heyamol.

Bizim bağlar çapa ister, heyamol, heyamol. Oğlan evi sopa ister, heyamol heyamol.

Heyamola diyecek sesiniz mi yok, heyamol, heyamol.

Başınıza giyecek fesiniz mi yok, heyamol heyamol.

 

Bizim çeşme sel gibi akıyor, heyamol, heyamol.

Oğlan evinin salyası akıyor, heyamol heyamol.

Heyamola diyecek sesiniz mi yok, heyamol, heyamol.

Başınıza giyecek fesiniz mi yok, heyamol, heyamol.

 

Pabucumun üstü de telli, heyamol, heyamol.

Oğlan evi hep terelelli, heyamol heyamol.

Heyamola diyecek sesiniz mi yok, heyamol heyamol.

Başınıza giyecek fesiniz mi yok heyamol, heyamol. (K3, K4)

5 .Ağıtlar

Evlenmesinden bir hafta sonra ölen biri için söylenen bir ağıt:

Teneşirim kapı önüne dayandı

Nuri babam uykulardan uyandı

Garip ana buna nasıl dayandı

 

Ağlama sen ağlama

Fehmi Beyim

İzmit’teki hanımın yeni gelin

 

Al kınamı altın tasta ezdiler

Sırma saçım teneşirde çözdüler

Yarım saatte musallaya göttüler

 

Ağlama sen ağlama Fehmi Beyim

İzmit’teki hanımın yeni gelin

 

Yüksek merdivenlerden inemedim

Telli pabuçlarımı giyemedim

Kız mıyım, gelin miyim bilemedim

 

Ağlama sen ağlama Fehmi Beyim

İzmit’teki hanımın yeni gelin

6-Ninniler

Akşam oldu yakamadım gazımı

Kadir Mevlam böyle yazmış yazımı

Kucağıma alamadım kuzumu

Uyu hey derdime dermanım uyu

Uyu hey anasız yavrum uyu

 

Suyum kaynak kazan hâlâ ocakta

Yetim yavru feryat eder salıncakta

Anası yok meme versin kucakta

Uyu hey derdime dermanım uyu

Uyu hey anasız evladım uyu

 

Uyumazsan büyümezsin meleğim

Sen uyu ben sana ninni söyleyeyim

Uyu da gör sen anneni rüyanda

 

Gör bak neler vardır yakın dünyada

Uyu hey derdime dermanım uyu

Uyu hey anasız evladım uyu.

7-Atasözleri

Koyma pınarda su durmaz.

Tuzsuz pişme, kapaksız kaynama.

Açma sırrını dostuna ot tıkarlar postuna.

Söz var tilkiyi ininden çıkarır, söz var insanı dinden çıkarır.

Derede bez beğenme, sırada kız beğenme.

8-Bilmeceler

Çat oraya çat buraya bir de baktım kapının ardında. (süpürge)

Ben giderim o gider yanımda tın tın eder. (değnek, baston)

Kat kat eşek, bunu bilmeyen eşek. (lahana) Dağdan gelir sekerek, kuru üzüm dökerek. (keçi)

KAYNAKÇA

Gebze 2000, haz. Y. Uçar, A. Ceylan, A. Akpınar vd., Gebze Eğitim Vakfı, Gebze 2001, s. 115-125; Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, haz. İsmet Parmaksız, Cilt I., Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1999, s. 58-63; Mehmet Önder, Şehirden Şehire Anadolu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 1997, s. 240-241; Mehmet Özbek, Folklor ve Türkülerimiz, Ötüken, İstanbul 1981, s. 158, 428; Rıfat Yüce, Kocaeli Tarih ve Rehberi, haz. Atilla Oral, Demkar Yayınevi, İstanbul 2007, s. 151; Kaynak Kişi: K1: Hanife Altun, 1962, Suadiye; K2: Emine Aras, 1950, Gebze; K3: Seda Avcı, 1981, Hereke; K4: Mukadder Çaybaşı, 1961, Hereke; https://kulturportali.gov.tr/ turkiye/kocaeli/kulturatlasi [21.07.2021].

Meriç HARMANCI