Osmanlı Padişahı
Sultan I. Ahmed ile Mâhpeyker (Kösem) Sultan’ın çocukları olarak 27 Temmuz 1612 tarihinde dünyaya geldi. Amcası Sultan Mustafa’nın devleti yönetmekteki zaafı üzerine annesi Kösem Sultan’ın yönlendirdiği devlet adamları tarafından on bir yaşında tahta çıkarıldı. Çocuk yaşından dolayı saltanatının ilk dokuz yılında annesinin kontrolündeki kişiler yönetimde etkili oldu. Irak’ın elden çıkması, İstanbul’daki ve taşradaki isyanlar, kanunların bozulup devlet dairelerini ehliyetsiz kişilerin doldurması, bütün bunların ahaliyi perişanlığa sürüklemesi psikolojisini olumsuz etkiledi. Annesinin vesayetini yirmi yaşında kırarak 1632 yılından sonra kendi gücünü gösterebildi. Getirdiği yasaklarla ve giderek artan bir şiddetle İstanbul’da sıkıyönetim uyguladı. İstanbul’un en büyük felaketlerinden biri olan 1633 tarihli Cibali yangınına eğlence mekânlarında içilen tütün artıklarının sebep olduğu ortaya çıkınca, kahvehaneleri yıktırıp tütünü yasakladı. Bir yıl sonra da içki yasağı getirdi. Ara sıra kıyafet değiştirip şehirde dolaşarak olup biteni bizzat tespit etmeye çalıştı. Bazı Batılı KAYNAKLAR, şehirlerde ajan bulundurduğunu ve onların gönderdikleri raporlarla bütün ülkeyi gözetim altında tuttuğunu yazarlar. Seferleri sırasında gittiği yerlerde bazı kimseleri derhal öldürtmesi de bu raporlara dayandırılır. En yakınındakini bile gözünü kırpmadan öldürmesi yönüyle Yavuz Sultan Selim’e benzetilir. Üç kardeşini boğdurdu, av vesilesiyle uğradığı İznik’te yollara gerekli bakımı yaptırmadığı gerekçesiyle kadıyı idam ettirdi. İlmiyelilerin bundan rahatsızlığını dile getiren Şeyhülislam Ahizâde Hüseyin Efendi’yi azledip Kıbrıs’a sürdü, fakat öfkesini yenemeyerek yoldayken yakalatıp boğdurdu. Yakın adamlarından Abaza Paşa’yı ve Şair Nef‘î’yi öldürttü. En önemli siyasi başarıları Revan ve Bağdat seferleridir. Bunlardan ikincisi kendisine Bağdat Fatihi unvanını kazandırdığı gibi, Safevîlerle savaşı sonlandıran Kasr-ı Şirin Antlaşması hala Türk-İran sınırının belirleyicisi olması bakımından mühimdir. İmparatorluğu muhtemel bir dağılmanın veya çöküşün eşiğinden döndürüp, 1699 tarihli Karlofça Antlaşması’na kadar sürecek bir ihtişam devrine kavuşturdu. Revan seferi esnasında başlayan gut hastalığı giderek ilerledi, Bağdat seferi sırasında bazen tahtırevanla yolculuk etmek zorunda kaldı. Bu seferden dönüşünde baş ağrısı ve titreme şikâyetiyle yatağa düştü. İçkiyi de bırakmasına rağmen hastalıktan kurtulamadı ve 8 Şubat 1640 tarihinde öldü.
|V.Murad askerin başında savaşa katılan son Osmanlı padişahlarındandır. Bunca iç ve dış sorunun arasında İstanbul’un imarıyla da ilgilenmiştir. Payitahtı Kazak hücumlarına karşı koruyabilmek için Anadolu ve Rumeli kavaklarına kaleler yaptırmış, Cibali yangınında zarar gören kamu yapılarını ayağa kaldırmış, Üsküdar ve İstavroz saraylarına bazı ilavelerde bulunmuş, Kandilli’de bugün yerinde olmayan bir saray inşa ettirmiştir. Topkapı Sarayı’nda Mimar Hasan Ağa’ya yaptırdığı ve Doğu’ya düzenlenen iki sefere nispetle birine Revan diğerine Bağdat Köşkü adı verilen kasırlar 17. yüzyıldan günümüze ulaşan en zarif eserlerdir. Sultan Murad güçlü bir iradeye ve hafızaya sahipti. Bedensel bakımdan da çok kuvvetliydi. Devrin meşhur pehlivanlarıyla güreşir, 200 okkalık gürz kullanırdı. Kılıç ve ok kullanmakta ustaydı. Arapça ve Farsça bilmekteydi. Murâdî mahlasıyla şiirler yazmış, musikiyle ilgisi besteler yapacak düzeye ulaşmıştı. Özellikle ta‘lik hattında mahirdi. Döneminde çok sayıda âlim, şair ve sanatkâr yetişti. Evliya Çelebi, Kâtib Çelebi, Nef‘î, Şeyhülislâm Yahya, Veysî, Koçi Bey, Hezarfen Ahmed Çelebi ve ayrıca İstanbul folklorunun önemli tiplerinden Meddah Tıflî ve Bekrî Mustafa bunlardan birkaçıdır.
IV. Murad zamanında Kocaeli, Kaptan Paşa eyaletine bağlı bir sancak statüsündeydi. Evliya Çelebi, sancak merkezi İzmit’te yönetici olarak birer yeniçeri serdarı, sipahi kâhyası, müftü ve nakibü’l eşraf bulunduğunu kaydetmiştir. Şehir, İstanbul’dan Anadolu’ya yapılan askerî ve ticarî yolculukların başlangıç noktası, Anadolu’dan gelen kervanların da dağılma yeri olarak kilit konumunu sürdürmekteydi. 1625 tarihinde 24’ü Müslümanlara ve ikisi gayrimüslimlere ait olmak üzere 26 mahallesi vardı. 835 hanede yaklaşık 4.200 nüfus yaşamaktaydı. Nüfusta 15. yüzyılın başlarına göre yaklaşık yüzde 70’e varan artışın sebebi, şehrin ticari kapasitesinin büyümesiydi. Celali hareketleri yüzünden insanların kırsaldan kente göç etmesi de artışta rol oynamış olmalıdır.
Dünyaca ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi yolculuğuna IV. Murad devrinde başlamıştı ve İstanbul’dan doğuya giderken ilk durağı olan İzmit’i bolca dolaşma imkânı bulmuştu. Katip Çelebi gibi o da Kocaeli’ni, içinde insanların kaybolduğu “ağaç denizi” olarak betimlemiştir. Orman varlığından dolayı kereste ticareti ilerlemişti. İzmit mamur, bakımlı, büyük bir liman şehriydi. Tersaneye ve büyük bir iskeleye sahipti. Çarşıları, bedestenleri ve değirmenleri boldu. Tüccarı, ayanı, eşrafı çoktu ve tüccarlar çeşit çeşit ipekli elbiseler giymekte idiler. Evleri bağlı, bahçeli ve gösterişli, üzerleri kırmızı kiremitlerle kaplıydı. Cami çeşmelerinden akan suları abıhayat gibiydi. Beyaz kirazı ve kızıl elması meşhurdu. Horlika rakısı ve şarabı eşsizdi. İzmit’in çevresini de dolaşan Evliya, Tavşancıl’da her yıl kiraz mevsiminde, yani Temmuz’da İstanbul’dan ve diğer kentlerden binlerce insanın çadırlar kurup dinlendiklerinden, eğlenceler düzenleyip düğün yaptıklarından bahseder. Padişahın Bostancıbaşısı Mustafa Ağa 1638 tarihinde Diliskelesi’nde bir çeşme yaptırmıştır.
Kocaeli Sultan IV. Murad’ın sevdiği ve önem verdiği bir bölgeydi. İzmit’i daha şehzadeliğinde tanımıştı ve burada avlanmaktan büyük keyif duymaktaydı. 1633 Aralık’ında ise teftiş amacıyla gelmiş ve üç gün geçirmişti. Fırsat buldukça avlanırken devlet işleriyle de ilgilenmiş; bir yandan sadrazamla birlikte doğu seferinin ayrıntılarını planlamış, diğer yandan bölgede türeyen eşkıyayı sindirmiş ve şehirde tütün yasağına uymayanları cezalandırmıştır. İzmit doğuya düzenlenen seferlerde ordunun konaklayıp iaşe temin ettiği bir yerdi. Sultan Murad da 1635’te Revan, 1638’de Bağdat seferleri esnasında İzmit’i menzil olarak kullandı. Bunlardan ilkinde şehirde üç gün kaldı. Kazıklı Derbendi’nde elim bir hadise de yaşandı. Kıdemli solakbaşılarından Galatalı Çelebi’nin bir askeri İstanbul’da bıraktığını öğrenince onun emektarlığına dahi bakmadan boynunu vurdurdu. Padişah kışın yaklaşması ve hastalığı nedeniyle seferden geri dönüşünde şehirde yine mola verdi. Buradan kadırgalarla İstanbul’a hareket etti ve payitahta büyük bir alayla girdi. Bağdat seferine giderken bir kez daha konakladığı İzmit menzilinde, kadılık sınavlarını yönetti. Adaylara sorularını bizzat kendisi sordu. Kazananların atamasını yaptırdı. Ayrıca sürgün avları düzenledi. Tebdil-i kıyafet ederek halkın arasında dolaştı, bol bol bahşiş dağıttı. Sefer dönüşünde Sivas ve Ankara üzerinden gelerek 8 Haziran 1839 tarihinde İzmit’e ulaştı. Devlet adamları İzmit’te toplanmış ve kendisine büyük bir karşılama töreni yapılmıştı. Padişah biraz da ağrılarından dolayı bu defa iki gün dinlendi.
IV. Murad zamanında İzmit’i ziyaret eden dünyaca ünlü bir başka seyyah Jean Baptiste Tavernier’dir. Fransız seyyah, İzmit’i kısmen bir tepenin eteğine, kısmen denize kadar uzayan ovada kurulmuş bir şehir olarak betimler. İzmit’in Sultan Murad için hayli çekici geldiğini belirtir. Bunun sebeplerinden biri şehrin çevresinde bolca av hayvanı bulunması, diğeri ise bahçelerindeki ender meyveler ile çok güzel şaraplar üretilmesiydi. Padişah şaraba ve ava düşkünlüğü nedeniyle buraya sıkça uğramaktaydı. Bu yüzden şehrin hem denize nazır hem de kır manzaralı noktalarından birine bir saray inşa ettirmişti. Bugünkü Av Köşkü’nün yerinde bulunan saray ahşaptı. Evliya Çelebi sarayın bağlı, bahçeli, büyük ve muntazam bir yapı olduğundan ve içerisinde 200 kadar usta bostancının çalıştığından bahseder. IV. Murad zamanında İzmit’in en parlak devirlerinden birini geçirdiğini belirten Tuğlacı, sarayın Yeniçeri Ağası Muslihiddin Ağa tarafından yaptırıldığını ve Sultan Murad’ın 1635 seferine giderken otağını burada kurduğunu yazar. Bizans devrinden sonra şehirde inşa edilen ilk imparatorluk sarayı olan bu yapı şehrin imarına da etki etmiştir. Sultan Murad, Revan kuşatması sırasında kaleyi kendisine teslim eden Emirgûne’yi istirahat etmesi için İzmit’teki sarayına göndermiştir. Fransa’nın İzmir Konsolosu Charles de Peyssonel 1745 tarihli İzmit izlenimleri arasında saraydan, tepenin yamacında bir terasın üzerine oturtulmuş, sağ tarafta eski bir kare kule, sol tarafta ise Türk tarzı büyük bir köşkten ibaret bir yapı olarak bahseder. Binanın etrafı küçük bir servi ormanı ve yüksek gövdeli birkaç ağaçla çevriliydi. Saray 1766 depreminde yıkılacak, daha sonra II. Mahmud aynı arsaya yeni bir saray inşa ettirecektir (Bkz. Kasr-ı Hümayun, Av Köşkü).
KAYNAKÇA
Avni Öztüre, Nikomedia Yöresindeki Yeni Bulgularla İzmit Tarihi, KBB Yayınları, Kocaeli 2012; Feridun Emecen, İmparatorluk Çağının Osmanlı Sultanları: II. Selim’den Sultan İbrahim’e (156-1648), c. II, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2016; F. Yavuz Ulugün, Seyahatnamelerde Kocaeli ve Çevresi, İzmit Rotary Kulübü, Kocaeli 2008; Harun Selçuk, “IV. Murad’ın İzmit ve Çevresindeki Faaliyetleri”, Uluslararası Orhan Gazi ve Kocaeli Tarihi-Kültürü Sempozyumu-V Bildirileri, Kocaeli 2019, I, 635-640; İdris Bostan, “İzmit”, DİA, İstanbul 2001, XXII, 536-541; İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. III, Doğu Kütüphanesi, İstanbul 2011; Mustafa Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, c. IV, TTK Yayınları, Ankara 2011; Pars Tuğlacı, Osmanlı Şehirleri, Milliyet Yayınları, İstanbul 1985.
Kemalettin KUZUCU